Yabancı
KITAP ANALIZLERI
1/7/20253 min read
Meursault ve Duyguların Sessizliği
Albert Camus’nün Yabancı adlı eseri, her şeyden önce insanın kendisiyle ve dünyayla olan ilişkisini sorgulayan bir metin. Meursault’nun hikâyesi, sıradan bir adamın sıradışı tepkisizliğiyle başlar ve onun ruhunun derinliklerine açılan bir yolculuk sunar. Ancak bu yolculuk, büyük keşiflerden ziyade sessiz bir yüzleşmeyle doludur. Meursault, çevresindeki her şeyin ve herkesin ona yabancı olduğu bir dünyada, belki de en büyük anlamı hiçbir anlam aramamayı seçerek bulur.
Duyguların Kıyısında Bir Adam: Meursault
Romanın ilk cümlesi, Meursault’nun hayata karşı duruşunu anlamak için bir anahtar gibidir:
“Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum.”
Bu cümle, hem bir kayıtsızlığı hem de gündelik gerçeklikten kopmuş bir insanın ruh halini yansıtır. Meursault, annesinin ölüm haberini aldıktan sonra otobüse binip cenazeye gider. Ancak bu yolculukta yas, pişmanlık veya acıdan eser yoktur. Cenazede annesinin tabutu başında dururken, gözlerini çevredeki insanların yüz ifadelerine diker. İnsanlar ağlar, başlarını eğer, yas tutar; Meursault ise tüm bunları sadece “görür.” Onun dünyası, çevresinde olup bitenleri bir gözlemci gibi izlemekten ibarettir.
Bu noktada, Meursault’nun tepkisizliği sadece toplumsal normlara değil, aynı zamanda bireyin duygusal tepkilerine de bir meydan okumadır. Bizler, gündelik hayatta duygularımızla var oluruz. Bir sevdiğimizi kaybettiğimizde onunla olan bağımız, anılarımız, eksikliği bir ağırlık yaratır. Ancak Meursault için bu tür bağlar, neredeyse yok gibidir.
Toplumun Yargısı: Annesinin Cenazesi ve Normlar
Meursault’nun tepkisizliği, toplum için bir tehdit gibi algılanır. Herkes ondan belirli bir rol bekler: Yas tutan oğul, gözyaşı döken bir insan. Ancak o, bu beklentilere uymaz. Cenazeden sonra Marie ile denize gider, onunla yüzer, güneşin tadını çıkarır ve hatta onunla bir ilişkiye başlar. Marie, onun bu rahatlığına şaşırır ama Meursault yine de hiçbir açıklama yapma ihtiyacı hissetmez.
Bu sahne, yalnızca Meursault’nun çevresiyle olan mesafesini değil, aynı zamanda toplumsal normların birey üzerindeki baskısını da gösterir. Çevremizde, insanlar genellikle bir cenazeden sonra “sessiz bir yas” dönemi beklerler. Ancak Meursault’nun dünyasında, bu tür bir beklenti sadece bir yük gibi görünür.
Meursault’nun Gündelik Hayatı: Absürd Bir Banalite
Meursault’nun psikolojisini anlamak için onun gündelik yaşamına bakmak önemlidir. O, küçük bir ofiste çalışan sıradan bir adamdır. Sabah işe gider, akşam işten döner, evde oturur ve komşularıyla pek az konuşur. Ancak bu sıradanlıkta bile, onun içsel bir sorgulamaya girmediğini fark ederiz. Hayatı sorgulamayan, sadece olduğu gibi yaşayan bir insan.
Bir gün komşusu Raymond, ona bir iyilik yapmasını ister: Bir kadını cezalandırmak için ona bir mektup yazmasını. Meursault, bu isteği sorgulamadan kabul eder. Ne kadını düşünür ne de Raymond’un ahlaki duruşunu sorgular. Bu sahne, onun “bağlantısızlığını” ve “tepkisizliğini” çok iyi özetler. Meursault, sadece olayların akışına kapılır ve bir karar verir. Ama bu karar, bir eylemin sorumluluğunu almak yerine, sadece “hayır” diyemeyen bir insanın durumunu gösterir.
Güneşin Altında İşlenen Cinayet ve Psikolojik Kırılma
Romanın en çarpıcı sahnelerinden biri, Meursault’nun sahilde işlediği cinayettir. Raymond’la birlikte sahilde bir grup Arap ile karşılaşır. Bu karşılaşmada herhangi bir kişisel çatışma ya da büyük bir öfke yoktur. Ancak Meursault, güneşin kavurucu ışığı altında silahını kaldırır ve tetiği çeker.
“O an, güneş üzerime patlamış gibiydi.”
Bu cinayet, psikolojik bir öfkenin ya da bir adalet duygusunun sonucu değildir. Güneşin kavurucu sıcağı, Meursault’nun bu anlamsız eylemini tetikler. Burada, bireyin çevresel koşullar karşısında ne kadar küçük ve etkisiz olduğu vurgulanır. Tıpkı yaşamın kendisi gibi, bu cinayet de hiçbir anlam taşımaz.
Mahkeme: Adaletin Psikolojik Eleştirisi
Meursault’nun mahkemesi, toplumsal normların birey üzerinde yarattığı baskıyı gözler önüne serer. Mahkeme, cinayetten çok Meursault’nun “annesinin cenazesinde neden ağlamadığı” sorusuyla ilgilenir. Onun duygusal soğukluğu, toplum için bir tehdittir. Çünkü duygular, toplumsal düzenin temel taşlarından biridir.
Bu sahne, adalet sisteminin bireyin psikolojisini nasıl görmezden geldiğini de gösterir. Meursault’nun içsel dünyası, mahkeme salonunda tamamen göz ardı edilir. Onun yargılanan suçu değil, yargılanan varoluş biçimidir.
Ölümle Yüzleşme: Sessiz Kabulleniş
Romanın sonunda, Meursault idama mahkûm edilir. Ancak bu, onun için bir trajedi değildir. Ölümle yüzleşirken bir anlamda özgürleşir. Artık hayattan hiçbir beklentisi kalmamıştır. Camus’nün şu sözleri, Meursault’nun ruh halini en iyi şekilde açıklar:
“Kendimi mutlu hissettim. Her şey tamamlanmış ve ben hâlâ yaşıyor gibiydim.”
Ölümü, hayatın saçmalığına bir son değil, doğal bir sonuç olarak kabul eder. Bu kabulleniş, insanın kendi varoluşuna karşı kazanabileceği en büyük zaferdir.