Sessiz Tanık
HIKAYELER
5/8/20242 min read
Bir pencere kenarındaki tozlu rafın en köşesinde duruyorum. Ben, yalnızca bir kitaplık rafının küçük bir köşesine sıkışmış eski bir masa lambasıyım. Kötü bir işçilikle yapılmış metal ayaklarım zamanla paslanmış, ama hâlâ görevimi yerine getiriyorum. Tıpkı bir sessiz tanık gibi, etrafımdaki dünyanın ayrıntılarına derinlemesine gözlemliyorum. İşte burası, şehrin kalabalığından uzakta bir ofisin köşesi, benim daracık dünyam.
İnsanlar, buraya gündelik koşuşturma içinde geliyorlar. Bazıları hızlı adımlarla, bazen sinirli bir şekilde, bazen ise yalnızlıklarıyla burada bulunuyorlar. Bu odanın sessizliğinde, gözlemlerimle hayatlarının çeşitli yönlerini yansıtırken, en çok dikkatimi çeken şeylerden biri, insanların kendileriyle yüzleşme anlarıdır.
Bir gün, pencerenin diğer tarafında yaprakların hışırtısı ve şehir gürültüsü arasından, yeni bir yüz belirdi. Onun adı Ali’ydi. Ali, kalemiyle sıkça notlar alıyor, kağıtları karıştırıyor, bazen derin düşüncelere dalıyordu. O an, benim için bir şey değişti. Ali’nin içsel çatışmalarını ve arayışını gözlemlemeye başladım. Üzerinde bulunan yorgunluk, adeta rüzgarla savrulan yapraklar gibi görünüyordu. Ali’nin odasında her şeyin yerli yerinde olması, kendisinin de içsel düzenini kurmaya çalıştığını gösteriyordu.
Ali’nin huzursuzluğu, odanın her köşesine sinmişti. Etrafındaki eşyalar, onun içsel dünyasının yansımalarıydı. Masa, kitaplar, kağıtlar… Hepsi onun karmaşasını ve bir noktada kendiyle yüzleşme çabasını sergiliyordu. Her bir eşyayı birer temsilci olarak görebilirsiniz; kitaplar bilgi arayışını, kalem yazma ve ifade etme çabasını, kağıtlar ise düşüncelerin ve duyguların geçici doğasını temsil ediyordu.
Ali, kitabını okurken, odanın kapısı hafifçe aralandı. İçeriye, soğuk ve ciddi bir bakışla bakan bir yabancı girdi.
Yabancı, elindeki kutuyu Ali’nin masasına bıraktı ve birkaç adım geri çekildi. Ali’nin gözleri, tanımadığı bu kişinin varlığından şaşkınlıkla dolmuştu. Yabancı, sessizce duruyor, yüzünde bir anlam arayışı, bir tanıdıklık belirmişti. Ali, kutuyu eline aldı ve gözleri kutunun üstündeki eski yazıların üzerine kaydı.
Kutuyu açtığında, içindeki mektupların ve fotoğrafların, bir zamanlar kendi hayatında derin izler bırakan anılarla ilgili olduğunu fark etti. Ancak, kutunun üzerindeki isimler ve yazılar ona tanıdık gelmiyordu. Yabancının kim olduğuna dair hiçbir ipucu yoktu. Yabancı, Ali’ye bakarak bir şeyler söylemek istiyormuş gibi durdu, ama bir kelime bile etmedi.
Ali, dosyanın içindeki fotoğraflar ve eski mektuplarla gözlerini gezdirdi, ama içsel bir anlam bulmaya çalışırken kendini daha da kaybolmuş hissetti. Yabancı, odanın kapısına yöneldi, son bir kez Ali’ye baktı ve sessizce dışarı çıktı. Ali, odada tek başına kaldı. O an, geçmişi ve mevcut durumu arasındaki köprü, gözlerindeki belirsizlikle giderek daha da karışmıştı.
Kapının kapanmasından sonra, odanın sessizliği ve kutunun içindeki eski fotoğraflar, Ali’nin zihninde bir sis bulutu gibi dolaşıyordu. Yabancı, bilinmeyen bir iz bırakmış, geçmişin kapılarını aralamıştı. Ali’nin içsel yolculuğu, kutunun içinde saklı sırlarla ve yabancının gizemiyle daha da karmaşık bir hal almıştı. Ve ben, eski masa lambası olarak, sessizce bu belirsizlik ve gizemin tanığı olmaya devam ediyordum.