Fight Club

FILM ANALIZLERI

11/6/20247 min read

"Kimlik, Kaos ve Çatışma"

"Fight Club" filmi, David Fincher'ın yönettiği ve Chuck Palahniuk'un romanından uyarlanan bir suç-drama filmidir. Film, ana karakterin kimliği ve toplumun tüketim kültürüne karşı tepkisi etrafında dönüyor. Film, adını bilmediğimiz bir anlatıcının (Edward Norton) tarafından anlatılan bir hikaye olarak sunuluyor. Ana karakter, rutin ve sıkıcı bir hayata sahiptir ve kendisi bir sigorta şirketi çalışanıdır. Hayatı tekdüze giderken bir uçak yolculuğu sırasında Tyler Durden (Brad Pitt) ile tanışır.

İkili, hayatlarının sıkıcılıklarından kurtulmak için gizli bir dövüş kulübü olan ‘Fight Club’ı kurarlar.

Fight Club, erkeklerin kendilerini tekrardan bulmalarını sağlayan bir rahatlama yeri merkezi haline gelir. Ancak, filmin sonlarına doğru kulübün kurulma amacından saptığı ve toplumsal şiddet ve anarşiye döndüğünü görüyoruz.

Fight Club filmi bize modern toplumun tüketim kültürünü, bireysel özgürlüğü ve erkeklik kimliğini sorgulatır ve şiddet, anarşi, kimlik arayışı ve toplumun yönetim temaları üzerinde yoğunlaşır.

Filmin ana karakteri olan Narrator, ikili kişilik bozukluğuna (Multiple Kişilik Bozukluğu) sahiptir ve varoluşsal bunalımlar geçirmektedir. Bu bozuklukta, bireyler özgeçmişlerine dair uzak ve yakın belleklerinde sık boşluklar yaşarlar (APA, 1994). Amnezi yalnızca yineleyen zaman dilimlerinin kaybı şeklinde değil, çocukluk dönemine ilişkin biyografik belleğin tümünün kaybı tarzında da olabilir. Hayatında bir anlam arayışı vardır ve bu boşluğu doldurmak için sürekli olarak ihtiyaç duymadığı şeyleri satın alarak kendini tamamlamaya çalışıyordur.

‘’ Ne tür bir yemek takımı beni birey olarak tanımlar’’ cümlesinde bunu çok net bir şekilde görüyoruz. Dövüş Kulübü filminin uyarlandığı kitabın yazarı Chuck Palahniuk üzerine yazdığı bir makalesinde Jesse Kavadlo, başkarakterin benliğini yeniden kurmak ve kimliğini inşa etmek için başvurduğu tüketme eyleminin aslında tam da Freud’un uygarlığın zorlaması karşısında bireylerdeki cinsel içgüdünün amacının cinsel olmayan ve toplumsal bakımdan, benimsenmeye elverişli bulunan daha yüce bir amaca dönüştürülmesi olarak tanımlanabilecek yüceltme kavramına işaret ettiğini öne sürmektedir (2005, s. 5). 6 aydır uyuyamadığından şikayet ederek doktora gider ve kendisinde narkolepsi olduğunu iddia ederek acı çektiği söyler. Doktorunun önerisi üzerine grup terapilerine gitmeye başlamıştır ve oradaki insanlarla bir arada olduktan sonra kendisini daha huzurlu hissetmiştir. ‘’İnsanlar senin öldüğünü sandıklarında seni gerçekten dinleme başlıyorlar’’ sözüyle bize aslında ne kadar yalnız olduğunu ve gitmiş olduğu grup terapilerindeki insanlarla sosyalleşerek insani ihtiyaçlarını biraz olsun gidermiştir. Marcuse, libidonun devamlı olarak bastırılmasını, başka bir deyişle libidonun zorunlu olarak sosyal aktivitelere ve dışavurumlara kanalize edilmesini kültür olarak adlandırmıştır ve kültür için ödenmesi gereken bedel bir nevi tutsaklık ve baskıdır (1955, s. 3, 17). Zira bir toplumun refahı, malların, aletlerin, modanın ve sürekli bir yıkımın aşırı üretimi ve tüketimine bağlıdır; bu nedenle bireylerin hiç olmadığı kadar bu gereksinimlere uyum sağlaması (daha doğrusu uyum sağlamalarının sağlanması) gerekmektedir. Bu uyum sağlamada, insanların medeni bir şekilde bir toplumda yaşayabilmeleri ve o toplumun bir üyesi olmanın getirdiği gereklilikleri yerine getirebilmeleri için özlerinden vazgeçmeleri ve/veya benliklerini “yeniden kurmaları” anlamına gelmektedir. Bu da bireylerin benliklerinde bir parçalanmaya ve çatlamaya yol açmakta, özne bütünlüğünü kaybetmektedir.Tabi bu basit sosyalleşme süreci karakterimizin psikolojik problemlerine bir noktaya kadar yardımcı olmuştur. ‘’Her akşam ölüyor ve her akşam yeniden diriliyorum’’ ve ‘’Uçağın her kalkışında ve inişinde kaza olmasını diliyorum’’ derken bile hala hayattan tatmin olamama hissini yaşıyordur. Tüketim toplumunun dezavantajlarından biri olan ‘tek kullanımlık’ ifadesi sadece nesneler için değil insanlar için de kullanılıyor ve Narrator, her uçak yolculuğunda yanında oturan tek kullanımlık insanlarla iletişim kuruyor. Yine bir uçak yolculuğu sırasında Tyler Durden ile tanışıyor ve Tyler’ın karakterinden etkileniyor. Yolculuk bitip eve döndüğü sırada dairesinin patladığına tanık oluyoruz. Narrator, kendindeki eksikleri tamamlamak için satın aldığı eşyaların etrafa saçılmış bir halde görünce filmin ilerleyen sahnelerinde ‘Patlayan eşyalarım değildi, bendim’’ diye cümle kurar. Tyler’ı arayıp onunla bir bara giderler ve bu konu üzerinde konuşma yaparlar; ‘’Her şeyim vardı, tam olmaya çalıştım’’ der Narrator ve kişiliğini eşyalar satın olarak oluşturmaya çalıştığından bahseder. Bunun üzerine Tyler ‘’Tüketiciyiz. Sahip olduğun şeyler sana sahip oluyor’’ der ve Narrator’un eksik yanlarını ona söyler. Narrator, Tyler’ın açık sözlülüğünden ve fikirlerinden etkilenir ve sonrasında Tyler’ı tanımaya başlar.

‘‘Doğru, biz tüketiciyiz. Yaşam stili takıntısının yan ürünleriyiz. Cinayet, suç, yoksulluk; bunlar beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren ünlü dergileri, 500 kanallı televizyonlar, kilotumda bir herifin adının yazması.’’ Tyler’ın sisteme karşı bir eleştirisi olduğunu bu sözleriyle gayet iyi anlayabiliyoruz. İnsanların aç kalması ya da yaşanan cinayetlerden daha önemlisi bugün senin kimse görmese bile hangi marka iç çamaşırını giyeceğin ya da ünlü insanların takıldığı mekanlara girebilmendir. Paranın yeni bir din olduğu bu dünyada insanların kendilerinden daha alt tabakasında kalanlar onlara ayak bağı olmaktan başka işe yaramamaktadır. Fakat Tyler böyle düşünmüyor. Üst tabakadaki insanlarlara hizmet işlerinde çalışıyor ve yemeklerini pisletiyor, sinemada aralara 25. Kare yerleştiriyor. Sistemi değiştirip yıkmak istiyor ama yeni bir çözüm üretmiyor. Kaos yaratarak gündemde olmak ve insanları rahatsız edip ‘biz de buradayız’ mesajı veriyor. ‘‘Ben diyorum ki, asla tam olma. Ben diyorum ki, mükemmel olmaktan vazgeç. Ben diyorum ki evrim geçirelim. Bırak tahtalar nereye düşeceklerse düşsünler. Fakat bu benim düşüncem ve yanılmış olabilirim. Belki de korkunç bir trajedidir. Günümüz yaşamı için gerekli olan çok yönlü çözümlerini yitirdin.’’ Kamuoyunun büyük suçlular karşısındaki bilinçli ve bilinçdışı hayranlığı, suçlunun ortaya koyduğu şiddetin, nasıl kolaylıkla yeni bir yasallığa dönüşebileceğini göstermektedir. (Benjamin, 1977a, 189) Adli psikolojide manipülasyon, suçluların veya psikopatların başkalarını kandırmak, kontrol etmek veya etkilemek için kullandıkları bir özelliktir ve Tyler çok iyi bir manipülasyon yeteneğine sahiptir. Narratorla bar çıkışı eğlencesine kavga ederler, onları gören insanlar oraya toplanır ve bir kulüp kurarlar. En sonunda kendi fikirlerini insanlara öyle bir empoze eder ki insanlar bu idealler üzerine hayatlarına devam ederler. Tyler’ın bir diğer özelliği şiddet ve saldırganlıktır. Tyler Durden, filmde şiddet eylemlerine meyilli bir karakter olarak tasvir edilir. Fight Club ve Project Mayhem gibi gruplar aracılığıyla şiddeti teşvik eder ve uygular. ‘’Burada yaşayan en güçlü ve en zeki erkekleri görüyorum. Bir potansiyel görüyorum. Lanet olsun bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklamlara kanıp araba ve kıyafet kovalıyorlar. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıp, ihtiyaç duymadığımız şeyler alıyoruz. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Ne bir amacımız ne bir yerimiz var. Ne büyük savaşı yaşadık; ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımız hayatlarımız. Televizyonla büyürken bir gün milyoner film yıldızı ya da rock yıldızı olacağımıza inandık ama olmayacağız. Bunu yavaş yavaş öğreniyoruz ve çok ama çok kızgınız.’’ Tyler’ın tiradından da anladığımız üzere, kendisinin çok iyi bir hitabet yeteneği var ve burada insanları örgütleyerek sisteme başkaldırmaya ve en sonunda da suça teşvik ediyordur. Dövüş Kulübü’nü ilginç kılan nokta, şiddetin bir araç olarak kullanılmasından ziyade, bu şiddetin yöneldiği hedeftir, yani kişinin şiddeti kendi bedenine yöneltmiş olmasıdır. Kısacası, dövüş kulübünü diğer direniş hareketlerinden farklı kılan şey, teolojik veya siyasi herhangi bir Aşkın’a yahut bir davaya gönderme yapmayan sadomazoşist tavrıdır. Şiddetin yöneltildiği hedef, ötekinin (sistemin) herhangi bir tezahürü değil, bizatihi direnişçinin kendi bedeni olmuştur. Birey, bedeninde duyduğu acı vasıtasıyla, tüketim toplumunun zihinleri örten fantezi dünyasına son verebilmekte ve adeta gerçeğe uyanabilmektedir. (Bauer, 2012) Tyler Durden, film boyunca iyi ve kötü arasındaki ayrımı bulanıklaştıran bir karakterdir. Anarşik idealleri ve toplumsal normlara meydan okuyan tutumuyla, sınırları zorlayarak etik ve yasal normlardan sapmaktadır. Adli psikolojide, bireylerin toplumsal değerlere, etik kurallara veya yasal düzenlemelere uymama eğilimleri Tyler Durden karakterini tanımlayan özelliklerdir.

Filmdeki bir diğer karakter de Marla Singer’dır. Marla’nı hayat felsefesi her an ölecekmiş gibi yaşamasıdır. Marla’nın kendine özgü isyankar bir giyim tarzı vardır ve kendini ifade etmekte genellikle zorluk çeker. Marla'nın karakteri, içsel çatışmalarla ve ruhsal sorunlarla doludur. Filmin ilerleyen bölümlerinde Marla'nın depresyon belirtileri ve kendine zarar verme eğilimi olduğu ima edilir. Narrator ile grup terapilerinde tanışıyor ve Narrator, Marla ile aynı ortamda bulunmaktan rahatsız oluyor. Grup terapilerinde bulduğu huzuru Marta’nın varlığı ile kaybetmeye başlıyor. Narrator ile Marla karmaşık bir ilişki yaşamaya başlarlar. Marla'nın Narrator ile olan ilişkisi, karmaşık ve duygusal olarak yıpratıcıdır. İkisi arasındaki bağlantı, hem çekim hem de itiş güç arasında gidip gelir. Marla'nın bağlanma korkusu ve duygusal yakınlıktan kaçma eğilimi, ilişkilerinde zorluklar yaşadığını gösterir.

Filmin sonlarına doğru Tyler’ın aslında Narrator’un alter egosu olduğunu öğreniyoruz. Olmak istediği ve hayran kaldığı karakteri aslında kendi yaratmıştır. Sanıldığının aksine Fight Club filmi, bize erkekliği yüceltmiyordur. Tyler Durden, Narrator’un erkeksi yönünü temsil ediyordu ve filmin sonunda bunu bize açıkladılar fakat Marla Singer ise Narrator’un kadınsı yönünü simgeliyordu. Narrator film boyunca kararsızdı; maskülenlik ve feminenlik arasında bir seçim yapmaya çalışıyordu. Filmin son sahnesinde Marla ile el ele tutuşurken her ikisinin de kıyafetlerine dikkat edersek bir benzerlik görüyoruz. Buradan da anlayacağımız üzere Narrator final sahnesinde seçimini feminenlikten yana yapmıştır ve aynı sahnede arkadaki binaların yıkılma nedeni ise sinemada dikey nesneler erkeklik cinsel organına benzediği için genelde erkekliği temsil etmesidir. Narrator, Tyler’ı öldürmeyi ve Marla ile olmayı seçti. Dolayısıyla metaforik erkekliği temsil eden binalar yıkıldı.